Çok kutuplu bir dünyada, sınırların kalkması, internet ve sosyal medyanın ortaya çıkması ile insanlık, yönetebileceğinin çok üstünde hız, stres, bilgi bombardımanı ve rekabet ile karşı karşıya kaldı. Bunu kaldıracak bir düzeni ve eğitilmiş kişilere sahip değildi. Hazırlıksız yakalanmıştı.
Dünyanın artan nüfus artışına, savaşların ve eskiye oranla ölümlerin de azalması, gelişmiş sağlık düzenleri ile kişilerin daha geç ölmesi sonucunda, dünya nüfusunu besleyecek ne alt yapı, ne sağlık, ne de eğitim düzeni kurulabildi.
Bu sorunlar, tüm acımasızlığı ile geçmişte de vardı. O zamanlarda, bireylerin farkındalığı düşüktü. Bireyler, bu kadar bilgiye ulaşamıyordu. Özgürlük, adâlet, hâk ve hukuk sorunları her dönemde vardı. Bireylerin eğitim seviyesinin düşük olması, sosyal devletin olmaması, sınıf farklarının kişiler arasında sorgulamadan kabul görmesi gibi çok sayıda sorunun görülmemesine neden oluyordu. 21. yüzyılda ne değişti? Teknoloji, yapay zekâ, uzayın keşfedilmesi, yazılım ve uygulamalarla her şeyin hızlanması ve otomatik duruma gelmesi, kalkan sınırlar ile herkesin her yere özgürce seyahat edebilmesi/göç edebilmesi ve sınırsız finansman kaynakları ile körüklenen, kontrol edilemez bir tüketim bağımlılığı, kapitalist bir dünya düzeni yarattı. Demokrasi, çoğu ülkede uygulanmamaya başladı. Yeni kuşak, gittikçe siyasetten uzaklaştı.
Ancak, gelişen teknoloji ve bilgiye karşın,
Elektrik kesildiğinde,
Doğal âfetler kapımızı çaldığında (yangın, deprem, sel, fırtına, çığ vb.),
Borsalar çöktüğünde,
Bilmediğimiz hastalıklarla karşılaştığımızda (Covid-19 vb.),
insanlık, kolay kolay çözüm bulamıyor.
Dünyada tüm siyasi, finansal, yeni yasalar ile dengelerin bozulması ile…
Artan yoksulluk, işsizlik, bilgisizlik,
Artan uyuşturucu/alkol/sigara/kahve bağımlılığı,
Teknoloji ve sosyal medya bağımlılığı,
Cinsel “keyfiyet”,
Yüksek boşanma oranları,
Kadınların çalışma yaşamına katılması,
Şiddet ve tâciz, artan hırsızlık/yolsuzluk,
Tüketim çılgınlığı, denetimden çıktı.
İnsanlık, her şeyi sınırsız, kuralsız, bencilce, “keyfince”, “içinden geldiği gibi” yapmak “istiyor”. Bunu yaparken de öteki kişilerin düşünce ve duygularını da dikkate almadan istediğini yapmak istiyor.
“Başarılıysam, güçlüysem, param da varsa kimse benim önümde duramaz” inancı oluşmaya başladı. Saygısızlık, yaşam tarzına dönüştü. Bunların hiçbirinin de uzun vadede mutluluk, huzur, sağlık getirmediği de kanıtlanmasına karşın açgözlülük ve güç, dünyayı ele geçirdi. Bunun tabii ki bir bedeli var; stres, uykusuzluk, yorgunluk, birçok hastalıktan daha fazla olmak üzere bireylere zarar veriyor.
Nefret, kıskançlık, çekememezlik bir bireyin çok fazla yanlış yapmasına neden oluyor. Her bireyin öteki bireyden üstün olduğu bir yetenek, beceri ya da üstün bir özelliği var. Kendi sahip olduklarımıza bakmadan, ötekileri gözümüzde gereksiz yere büyütmemizin en önemli nedeninin, yaşlanmış fakat olgunlaşmamış bireyler olduğunu söyleyebilirim.
Türkiye, her bakımdan çok verimli topraklara, doğaya ve doğal kaynaklara sahip. Geniş coğrafyası, konumu ve genç nüfusu ile olanakları çok yüksek bir ülke. Öbür yandan, yanlış siyasiler, askeri darbeler, kısa yoldan para kazanma “sevdâsı” ile geleceğimizi yok ediyoruz. Bir arada yaşama kültürü çok benimsenmediğinden, “ben ve onlar” “sanısı”, hem iş, hem de toplumsal yaşamdaki tüm karar, seçim ve yeğlemelerimizi etkiliyor. Devlet üzerinden rant elde etme, kuralsızlık, din etmeninin birleşme yerine bir ayrışma olarak kullanılmasını körükleyen “devlet politikaları”, yüzyıllardır kurtulamadığımız “tarikatlar ve dernekler”, güzelim ülkemizin ve vatandaşın her zaman mutsuz, huzursuz yaşamasına neden oldu.
Trafikte nasıl araba kullanıyoruz?
Küresel salgın ile ortaya çıkan ve gün geçtikçe artan motosikletleri sürenler, trafik kurallarına ne kadar uyuyor?
Basit bir maske takmamayı bile bir ayrıcalık, güç ve özgürlük görmemiz, en önemli zayıflığımız değil mi?
Trafikte yol vermemek, kaba davranmak, haksız olduğumuz yerde dayılanmak, çevremizin bize öğrettiği davranışlar değil mi?
Başarı, ün, konum sahibi olmak kadar bunları koruyabilmek de önemli. Yükselen kişilerin düşmesi, çok daha da sancılı oluyor. Toplumumuzda, hava atmak, gösteriş yapmak, “ben daha başarılı, mutlu, zekiyim” diyebilmek, tüm bunların kişisel mutluluğumuzun bile önüne geçmesi ne kadar acı ve üzücü.
Yapmacık, samimiyetsiz davranış ve tutumlar, özümüzde olmamasına karşın toplumumuzun bir hastalığı olarak görüyorum. Bir yabancıya yardım etmek için çırpınan bir görevliyi her gördüğümde, bir kedi/köpeği beslemek için gelirinden fedâkârlık yaparak yardım etmek isteyen kişilere tanık olduğumda, mutlu ve gururlu olurken, aynı topraklarda yaşayan, tekbir getiren, kılını kıpırdatmadan şiddete başvuran bireylerin de vatandaşımız olduğunu görünce zihnim bulanıyor.
Bu toplumda her türlü birey yetişebiliyorsa o zaman, kendimize dönüp bir birey, bir anne, bir baba, bir patron, bir devlet adamı olarak ben, “Bu konuda ne yapabilirim?” diye kendimize sormamız gerekmez mi?
Kendi yazarına, sporcusuna, sanatçısına ayrımcılık yapan bir devlet olabilir mi?
Bile bile tarikatlara emanet ettiğimiz çocuklarımız, sokağa attığımız evcil hayvanlarımız, evde yeterli eğitim/sevgi almadıklarından, vicdansız, sevgisiz bireyler yetiştiren anne ve babalar, sizin bu toplumun bu duruma gelmesinde hiç mi sorumluluğunuz yok?!
Ayşe Kulin, son söyleşisinde şöyle yanıt vermiş: “Dünyamız, biz insanlar yüzünden tükenmek üzere. 100, hatta 50 yıl sonra bir başka gezegende yaşıyor olabilirler. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar, günümüzün sömürü düzeninin insanı da hayvanları ve bitkileriyle içinde yaşayacakları doğayı da asla mutlu kılamayacağının farkında olmalıdır.”
Evren, bir uyum içinde oluşmuş. İnsan, düşünmeye başlayana kadar. Birey, düşüncesiyle bir cennet de cehennem de yaratabilir. Kişinin dünyası, içten dışarı doğru yansır. İçindeki şiddeti, bastırılmış duyguları; eziklik, değersizlik ve yetersizliği dış dünyaya ve çevresindeki tüm canlılara zulüm ederek yönetmeye çalışır ne yazık ki. Dünyayı da cehenneme çeviren, bir kişinin iç dünyasındaki yetersizliği ve sevgisizliğidir.
Dünya ve bireyler, neden barış içinde ve birlikte yaşayamıyor?
Bir kişi, zorda olmasa doğduğu bir yeri, ailesini ve çocuklarını bırakmak ister mi?
Siyaset, medya, paraya ve güce hükmedenler, dünyayı daha kötüye doğru sürüklüyor. Ulusçuluk, cinsiyetçilik, din, ırkçılık, artan göç, kısa süreli zarar veren, yıkıp bozan savaşlar, kadına karşı artan şiddet… Bunların bitmesi olanaklı mı?
Yoksa, köşemize çekilip bencilce, “keyfimizin” peşinden mi gideceğiz? Değer katmadan, iz bırakmadan, dünyada olumlu bir değişime öncülük yapmadan, tüketerek mi yaşayacağız?
Bir zamanların Beyrut’u, Mısır’ı, Suriye’si, Ürdün’ü ve şimdi Tunus’u bu duruma nasıl geldi?
Bana, “Amerika ya da dış güçler” demeyin!
Doğa nasıl bu duruma geldi? Bana, “iklim değişikliği” demeyin!
Dünyanın üçte ikisi su ile kaplı iken, nasıl susuz kalabildik?
Tarım ülkesi olup da her şeyi ithal eden canım ülkem, ne yazık ki bunun “ne de güzel bir örneği” ☹
Kazanmak, yenmek, çökmek, ezmek nasıl ve hangi “değer yargıları” ile “saygı/kabul görebiliyor”?
Metin Akpınar, son söyleşisinde şöyle anlatmış: “Kişide iyilik ve kötülük, müştereken vardır. Ben yaratılış itibarıyla iyiliği yeğleyen biriyim. Kötülüğü bile iyilikle terbiye etmeye çalışırım.”
Tolstoy’dan iki anlamlı söz:
“Acı duyabiliyorsan canlısın, başkalarının acısını duyabiliyorsan insansın.”
“Mutluluk, yaşadığın yaşam tarzında değil yaşama bakış tarzındandır.”
Bu satırları yazarken ülkemizin çok sayıdaki il ve bölgesinde yangınlar devam ediyor. Hava sıcaklığı, 50 dereceye kadar çıkıyor. Bodrum’da, çoğu bölgede susuzluk çekiliyor. İstanbul’da bile zaman zaman elektrik kesintileri oluyor. Bunlar, bu ülkede her yaşayan birey, gereken sorumluluğu almadığı sürece bitmeyecektir. Biz, unutacağız. “Vah Vah” diyeceğiz. Bir daha önümüze çıkana kadar…
Metin Akpınar, ne güzel ifade etmiş: “Bilgi birikiminiz artıp insanı, evreni daha iyi tanıdıkça, yaşadığınız zaman boyunca, biriktirdikleriniz sizin malınız olup beyninizde hamur olunca bir yerlere varıyorsunuz. Bu kendinizle, çevrenizle, evrenle barışık olmanız açısından önemli.”
Ayşe Kulin’in, son olaylardan etkilenerek, kendine sorulan “Ülkenizi kaybettiğinizi düşünüyor musunuz?” sorusuna yanıtı, hepimizin üzerinde düşünmesini gerektiren bilgiler içeriyor:
”Ülkemi değil fakat ilkelerimizi, kurumlarımızı ve temiz ahlâkımızı kaybettiğimizi düşünüyorum. Hatta bu durum, pek çok başka ülke için de geçerli. Çünkü, dünyaya egemen sistem, âdil bir sistem değil. Bireyleri, bencil ve paragöz yapmaya ayarlı bir sistem. Sadece bireyleri değil doğayı da acımasızca sömürüyor. Halkın, temsilcilerini yolladığı millet meclisi, bugün tamamen işlevsiz. Dümendeki kaptan, yolunu şaşırmış durumda. Ne var ki, Türkiye, bir gemi değil. Batmaz ama savrulur, yalpalar, daha da zor ve fırtınalı günlerden geçebilir. İşte en çok buna üzülüyorum. Çünkü, Osmanlı’nın büyük çöküşünden sonraki dirilişte, çorbada tuzu olan bir kuşağın evlâdıyım. Verilen emekleri, yapılan fedâkârlıkları, itibarlı bir ülkeye dönüşmenin tüm çabalarını ve sancılarına tanıklık ettim. Dünyamızdan, itibarlı, başarılı, tüm vatandaşların mutlu ve müreffeh bir Türkiye anısı ile ayrılmayı dilerdim.”
Ben, Ayşe Kulin kadar karamsar değilim.
Çünkü, kendime ve ülkemizin tüm bireylerine inancım devam ediyor.
Yazımı, Daniel j. Siegel’ın “Akıl Gözü” kitabından bir alıntıyla noktalamak istiyorum:
“1950’de, Einstein, iki kızından birini bir kaza sonucunda kaybetmiş olan bir Yahudi din adamından mektup almış. Kız kardeşi için yas tutan din adamı öteki kızına ne tür bir bilgelik önerebileceğini sormuş. Einstein ise şu yanıtı vermiş:
“İnsan, bizim “evren” dediğimiz bütünün bir parçasıdır. Düşüncelerini ve duygularını kendi başına, ötekilerden ayrı bir şey, öz bilincinin bir tür optik sanrısı(hezeyan) olarak deneyimler. Bu sanrı, bizim için bizi kişisel isteklerimizle ve en yakınımızdaki birkaç kişiye duyduğumuz şefkatle sınırlandıran bir tür hapishanedir. Görevimiz, şefkat çemberimizi yaşayan tüm varolanları ve güzelliği, tüm doğayı kapsayacak biçimde genişleterek kendimizi bu hapishaneden kurtarmak olmalıdır.”
Sevgilerimle,
Taner Özdeş
---
Bu yazının dil bilgisi düzenlemeleri,
FaRkLaR Kılavuzu/Sözlüğü ( FaRkLaR.net )
tarafından sağlanmıştır.
Comments powered by CComment