Arjantin ve Şili Seyahatim!

Bu seferki seyahatimiz Arjantin ve Şili. Sevgili Yonca Ertem organizasyonu ile hiç bir hazırlık yapmadan dünyanın bir diğer yanına- Frankfurt üzerinden aktarmalı olarak (15 saat)- toplamda Buenos Aires’e 24 saatte vardık.

Arjantin, uzun bir kareyi anımsatan bir şekilde kuzeyden güneye doğru indikçe daralır. Doğu kıyıları boyunca Atlantis Okyanusu, batısında Şili kuzeyinde Bolivya ve Paraguay, kuzeydoğusunda ise Brezilya ve Uruguay bulunur. Geniş ve soğuk bir çöl olan Patagonya 2001 yılındaki ekonomik krizin ardından tarıma açılmıştır.

Buenos Aires, 13 küsur milyon nüfusu (sadece 3 milyonu şehirde oturuyor) ile Arjantin’in başkenti ve en büyük şehri. Güney Amerika’da en çok, Latin Amerika’da ise Mexico City’den sonra en çok ziyaret edilen turist şehri. Güney Amerika’nın Paris’i deniyor.


Arjantin ve Brezilya aynı kadere sahip; kaynak ve GNP olarak zengin ülkeler ancak halkları fakir. İki ülke birbirinden hoşlanmıyor, uzun yıllar askeri yönetimle yönetilmişler ve gerçek demokrasiye halen kavuşamamışlar.

Havalimanından hemen otelimize geçtik. FAENA HOTEL http://faena.com/experience-buenos-aires . Harika bir butik otel. Bir anda yorgunluğunuz gidiyor. Havuz kenarında bir aperatif ile tatil başlıyor.

1950’de dünyanın en zengin 5. ülkesiymiş. Latin Amerika’da kültürel değerler çok önemli. Diğer yandan politik anlamda büyük sorunlar yaşanıyor. Yolsuzluk ülkemizden bile fazla. Uruguay üzerinden bu kara para aklanıyorArjantin‘de en önemli gelir kaynakları yün ve pamuk. 55 milyon inek var. Yolsuzluk çok büyük problem. İşsizlik oranı yüzde 12. Ancak insanları mutlu, gururlu ve ümitli. En çok İspanya, İtalya ve Polonya’dan göç almış. Roma Katolik ise çoğunluğun dini. 20 sene önce özellikle Ortadoğu’dan iş imkanları sebebiyle çok göç almış. Ortadoğu’dan gelenlere “Türk” deniyor. 1920’li yıllarda Arjantin ekonomisi dünyanın en güçlü ekonomileri arasında. Daha sonra ülke gelişemiyor ve Güney Amerika’nın problemli ekonomilerinden biri oluyor. Ancak zenginlik döneminde ülke çok güçlü bir kültür kazanmış.
Yeni atanan Papa Arjantinli. Arjantin de Brezilya gibi Futbol ülkesi. Dünya çapında iki futbolcusu var: Maradona ve Messi (boyu kısa olduğu için ülkesinde hiç futbol oynamamış,İspanya’ya gitmiş ve orada meşhur olmuş). Bu iki ufak adam Arjantin’in ismini dünyaya duyurmayı başarmışlar. Bogajunior, en popüler futbol takımı; renkleri mavi-sarı. Futbol dışında hockey, polo, tenis sporları popüler. Polo kadın ligi var ve dünyada ilk ondalar. Teniste de dünya çapında sporcuları var.

Otelden kendimizi hemen dışarı atıyoruz. Şehir merkezine doğru ilerlerken Fransız etkisinde binalar görüyoruz. Avupa2daki gibi tüm binalar orijinal halinde yenilenmiş. İlk gelen göçmenler İtalyanlar. Şehir merkezinde Plaza de Mayo’da yürümeye başlıyoruz. President Christina’in “Pink House” çalışma yerinin önünden geçiyoruz. Bu binanın önemi, Madonna’nın “Don’t cry for me Arjantina”yı bu binanın balkonundan söylemiş olması. 1951 yılında bu binanın balkonundan Evita Peron konuşma yapmış. 33 yaşında kanserden ölmüş. Evita Peron’u seven var, sevmeyen var. Zenginden alıp fakire vermiş, “zenginlerden nefret ederdi, diyor tur rehberi. Kısa hayatında birçok şey gerçekleştirmiş.


Metropolitan Kathedrali’in önünden geçiyoruz. Casa Rosado (Başkanın Evi) ve Evita’nın meşhur balkonunun önünden geçiyoruz.


Şehrin enerjisi güzel. Avrupa’nın etkisinde, Paris’de olduğunuzu zannedebilirsiniz. Yollar geniş, her yerde parklar var. İstanbul’un şu andaki halini düşünüp insan üzülmeden edemiyor.

 

Yürüyen yerli halkı görünce- Indian, bir anda kendimi kovboy filmlerinde hissettim. Yerli halk, ilerki yillarda Bolivya ve Peru’ya göç etmişler.Yürüyerek meşhur Majo meydanına geliyoruz. 12 Ekim “American Discovery Day” olması sebebiyle kutlamalara denk geliyoruz. Müthiş bir gürültü ve müzikle dans eden yüzlerce insan görüyoruz. Renkli yerel kıyafetleri ile yürüyüş yaparak bu önemli günü kutluyorlar. Bu fırsatı kaçırmıyorum ve hemen yerlilerle resim çektiriyorum.


Dolaşırken pastane, cafe sayısı oldukça fazla olması dikkatimi çekiyor. Her yerde sokak satıcıları görmek mümkün.Sokaklarda yürürken Lama’lara rastladık. Buraya özel hayvanlar (ufak bir at yavrusuna benziyorlar). Lama’lardan yün ve kırka yapılıyor.


Karnimiz açıkmaya başlıyor ve meşhur “Gran Cafe Tortoni” de açlığımızı bastırıyoruz. Buenos Aires’de gitmeniz gereken yerlerden biri. Bu şehre en çok turist Rusya, Brezilya ve Amerika’dan geliyor.


Güney Amerika’da en geniş avenue Arjantin’de, dünyada ise en geniş meydan Brezilya’da. Palermo Park’ını geziyoruz. 400 hektar ve içinde 4 suni göl barındırıyor.Geldiğimiz meydanda Hükümet binası ihtişamlı, tüm taşlar İngiltere’den gelmiş.Daha sonra dünyanın akustik açısından en iyi ilk 5 opera binasından bir tanesi olan, www.teatrocolon.org.ar
geziyoruz. En iyisi Milano'daymış. Otobüslerle şehrin değişik yerlerini geziyoruz. Bunlar arasında Palermo Park Japon bahçesi, Gül Bahçesi ve gölleri geziyoruz.
Ve meşhur Evita müzesindeyiz. 1933 yılında inşa edilmiş. İçinde 3 tane fakirler için geçici ev bulunmakta. Evita’nın hiç bir ünvanının olmamasına rağmen ülkeye damgasını vurmuş bir kadın. Evita ile ilgili birçok hikaye var, bu ayrı bir yazı konusu. Cenazesi 4 gün sürmüş.


Pazar günü Buenos Aires’in Soho mahallesindeki San Telmo’ya gidiyoruz . Sokaklarda Tango yapan insanlar, resimlerini sergileyen ressamlar var. Birçok takı, resim, süs eşyaları, bijuteri sokaklarda ev hanımları ve girişimciler tarafından satılıyor. Arjantin ve Tango’nun etkisini burada yaşıyorsunuz.Recoleta Cemetery’i (Meşhur Mezarlık) geziyoruz. Evita’nın mezarı burada bulunuyor. Mezarlıkların fiyatları 300.000 $ civarında mal olduğu söyleniyor. Birçok ünlü insanın ve zengin insanları mezarlığı burada .


Arjantin denince akla hemen Tango geliyor. Ben çok hikayesini bilmiyordum, Belli mahallelerde sokakta Tango yapan insanlar görmek mümkün. Tango, danstan çok öte bir şey. Tango, uzun yolculuklarda seyahat eden gemicilerin erkek erkeğe dans etmesi ile başladı. Tangoda kadının kendini erkeğe tamamen bırakması ve erkeğin suratındaki ifadeler, çoğunlukla sert bir ifade, hatta acı çekiyormuş gibi.

Gezgin denizciler göçmenler ile tango yaparak iletişim kurmuşlar. Bir yerde tango, aynı dili konuşamayan insanların iletişim dili olmuş. Uruguay ve Arjantin, her iki ülke de, tangoyu kendilerinin bulduğunu iddia ediyor.

Tango, 1960 yılına kadar popülaritesi artarak sürmüş. 60’lı yıllarda Avrupa'ya burjuva sınıfı arasında yaygınlaşarak meşhur bir dans oluyor.


Buenos Aires’te sabahları -kahvaltı öncesinde- güneşin doğuşu ile erken kalkıp bisikletle şehri geziyoruz. Sokaklarda sabahın erken saatlerinde bile dans eden insanlar ve yüksek müzik sesleri duyabiliyorsunuz .Otelin içinde Rojo Tango’da şehrin en iyi Tango gösterisini seyrettik. Bildiğimiz tangonun ötesinde bale, hatta akrobasi yapıyorlar. Kendinizi sanki Moulin Rouge şov’da hissediyorsunuz.

Ertesi gün San Antonio Areco’yı (Buenos Aires’ten 115 km uzaklıkta) ziyaret ediyoruz. Pampas bölgesinde çok geleneksel, tarihi bir şehir.1730 yıllarında kurulmuş. Etraftaki binalar orijinal halinde. Bol yeşillik içinde huzurlu bir bölge.

Ertesi gün San Antonio Areco’yı ziyaret ediyoruz. Pampas bölgesinde çok geleneksel,tarihi bir şehir.


Daha sonra, Buenos Aires’e 120 km ( San Antonio’ya 12 km) uzaklıkta La Bamb de Areco, bir ranch’e (Türkçe anlamı çiftlik) ziyaret ettik . Doğa inanılmaz.Buenos Aires’ten 115 km uzaklıkta bu bölge, 1730 yıllarında kurulmuş. Etraftaki binalar orijinal halinde. Bol yeşillik içinde huzurlu bir bölge.


Bu çiftliklerde Polo atları yetiştiriliyor. Bu çiftliklerde Gaucho’lar (günümüzde ücretle çalışan bir çoban haline gelmiş atlı özgür adam)çalışıyor. İnanılmaz bir doğanın içinde JR‘in evine benzer bir evde kendimizi buluyoruz. Arjantin folk müzüiği eşliğinde tradisyonel yemeklerini yiyoruz. Bize nefis bir BBQ hazırlamışlar. Evin içi harika. Villanın önünde oturup, doğaya saatlerce bakabilirsiniz. Gauger’ler şapka ve büyük kemer takıyorlar. Kemerin üzerinde gaucher’ın ne kadar zengin olduğunu gösteren coinler var.

Geleneksel Arjantin BBQ yemeğini dans eşliğinde yedikten sonra, bazılarımız doğanın içindeki havuzun etrafında dinlenirken ben ve bir grup özel eğitilmiş atlarla çiftliğin etrafını gezmeye karar veriyoruz. Daha önce hayatımda iki kere ata bindim. Bu atların boyları uzun ve o kadar iyi eğitim almışlar ki fazla bir şey yapmanıza gerek kalmıyor. Bir saate yakın gezdik ve ata binmek ilk defa bu kadar hoşuma gitti.


Cerro Catedral, Güney Amerika’nın en ünlü büyük kayak merkezi. Kayak mevsimi,burada mevsimlerin bize göre tam tersi olmasi sebebiyle Haziran ve Ağustos döneminde yapılıyor. Amerika ve dünyadan birçok kayakçı yazın antrenmanlarını burada yapıyorlar. Bu bölgede çok Brezilyalı var. Çikolatası çok ünlü. Şehirde her yerde çikolata dükkanı görüyorsunuz.İsviçreli göçmenler olması sebebiyle çikolata bulunuyor.Buenos Aires’ten San Carlos Bariloche’a uçuyoruz. San carlos Bariloche Kuzey Patogonya’nın göl bölgesi, Arjantin’in İsviçre’si olarak adlandırılıyor.Arjantin’in önemli turistik yerlerinden. Buraya aileler Almanya, İsviçre ve Kuzey İtalya’dan göç etmiş.


La Marmite, Bariloche‘de peynir fondüsü yiyoruz.

Bariloche – Patogonya’nın İsviçre’si. Ted Turner ve Harvard Cafe sahipleri gibi ünlüler göl kenarında arazi alıyorlar.

Liao liao’da (Çao Çao diye okunuyor) Hotel & Resort Spa –Golf Nahuel Huaapi National Park içinde bir otelde kaldık. Gölün etrafında bisiklete binmeyi ihmal etmiyoruz. Bizim için kişin ortasında dışarıda havuza girme lüksümüz oluyor.


Tabiatın huzuru ve harmonisi, martıların sesleri insana cennetteyim hissini veriyor. Teknenin üzerine çıkıp Martılara yemek atıyoruz ve fotoğraf çekiyoruz. Bu keyfi yazarak anlatmak zor. O nedenle birçok fotoğrafla anlatmayı tercih ediyorum.Yolculuğun en güzel kısmına geliyoruz. Sabah erkenden Şili’ye kataramanlar ile yolculuğumuz başlıyor. Nahuel Huapi gölü boyunca Centinela adasını geçerek Port Biest‘e varıyoruz.




Hava tarafında çok şanslı idik. Suyun tüm renklerini görebiliyorsunuz. Bu bölgede yılda 280 gün yağmur yağıyor. National Park içinden Şili sınırına geçtik. www.indigopatagonia.cl Hotel Patagonia’da hafif bir öğlen yemeği aldıktan sonra Osorno’e Puntiagudo volkanlarını geçerek Porto Varas’a vardık.And Dağları, dünyanın en uzun sıradağlar zinciri. Güney Amerika'nın bütün batı kıyısı boyunca uzanır. Venezuela'dan başlayıp Kolombiya, Ekvador, Peru, Bolivya üzerinden devam ederek Arjantin ve Şili'nin Patagonya topraklarında sona erer. Bu yedi devlet aynı zamanda And Ülkeleri olarak da bilinirler. Arjantin ve Şili’yi birbirinden ayırıyor.

Puerto Varas www. Puertovaras.org, oldukça şirin bir şehir. Ojos del Salado, 6785 metre yükseklikte dünyanın en yüksek volkanı ve Güney Amerika'nın en yüksek ikinci dağı bu şehirde. Akşam şirin bir otelde Hotel Cumbres Patagonicas’da (www.cumberespatogonicas.cl) kaldıktan sonra, ertesi gün Santiago’ya uçtuk.


Bayrağında kırmız, İspanyol’lara dökülen kanı, mavi Pasifik okyanusunu, beyaz da karı temsil ediyor.Bakır (copper), meyve ve şarap ihraç ediyorlar. Şili’nin güneyinde Ağırlıklı Alman göçmenler var. Şili, 1816’da bağımsızlığını kazanıyor.

Santiago uçağımızdan indikten sonra kalacağımız otele W Hotel’e giderken ufak bir Amerika’ gördüm. Şili, Arjantin’e göre daha zengin bir ülke. İşsizlik oranı çok düşük. Güney Amerika’nın en gelişmiş şehirlerinden biri.

Ekonomisinde en önemli üretim ve ihracat yapılan ürünler: avokado, şarap, tarım ürünleri, bakır ve kömür.

Santiago’da caddelerde yürüyüş yaptık. Balık pazarını gezdik .

Cafelerde oturduk. Arjantin’den sonra bana biraz sönük bir şehir geldi .

Şehirde çektiğim resimleri paylaşıyorum.



Şili, İspanyollar tarafından bulunmuş; 1810 yılında bağımsızlığına kavuşmuş. Arjantin ve Şili başkanlarının tesadüfen ikisi de kadın. Dinleri Katolik, Avrupa ve Amerika karışımı. Eski binalar İtalyan mimarisi hakim.

Metro sistemi Güney Amerika’nın en iyisi. Ekim ayı seyahat etmek için en iyi ay. Antartika, Arjantin ve Şili arasında kalıyor. İngiliz, Alman ve İspanyol göçmen var. Şili’de kayak merkezi mevsimsel farklılık sebebiyle ilgi çekiyor.

Şili, Arjantin’e göre ufak bir ülke. Ama işsizlik ve zenginlik Arjantin’e göre fazla. Başkenti San Diego. 17 milyon insan yaşıyor. Balıkçılık önemli bir gelir kaynağı; alabalık, somon, yılan balığı ve levrek yetişiyor.

Santiago’ya giderken uçakta tanıştığım Brezilyalı bir işadamı ülkesindeki yolsuzluktan bana şikayet ediyor. Türkiye’de keşke farklı olsa!

Uruguay’ı bana tavsiye ediyor. Peru ve Bolivya’ya da muhakkak git, diyor.

Şili, iş imkanları ve büyüyen ekonomisi sayesinde göç alıyor; ağırlıklı İngiliz, Alman ve İspanyol göçmen var.

Öğleden sonra, meşhur Cerro San Cristóbal tepesine gittik. Bu tepe Santiago’nun en meşhur 5 turistik yerinden biri. Buradan şehre baktık.

 

Bu Santiago'da mutlaka görülmesi gerekenlerden yerlerden biri. Manzarası harika. Tepede dolaşırken, bir marketin önünde candy crush oynayan bir çocuk ilgimi çektik. Dünyanın her yerinde çocuk hep aynı, diye içimden geçirdim.

Akşam Santiago’nun en meşhur bar ve restoranı olan Liguria’ya gittik.

Oldukça eğlendik. Mekanın enerjisi ve ortamı harika idi.


Ertesi gün Şili’nin en önemli şarap bölgelerinden Casablanca Valley’i geçerek Valparaiso ‘ya vardık. İspanyolların ilk bulduğu şehir. Tarihsel liman ve üniversite şehri.


Şili’nin Nobel ödüllü şair yazarı Pablo Neruda’nın evini, La Sebastiana’yı ziyaret ettik. Evin her bir köşesi bir çok şairin yapmış olduğu resim, seyahat anıları ve sanat koleksiyonu ile dolu. Ev beş katlı ve harika bir terası var. Evi gezdikten ve yemekten sonra Vina del Mar’a gittik. Bu bölgenin en önemli sahil ve kumsallarının olduğu bölge.


Akşam, Santiago’nun 40 yıllık balık restoranı Aquí Está Coco gittik.

Meraklıları için her bakımdan gidilmesi gereken bir yer www.aquiestacoco.cl.

 

Şili dünyanın en büyük beşinci şarap üreticisi. Ülkemizde hepimizin tercihleri arasında Şili şarapları vardır. O nedenle yakından şarap fabrikası gezmek benim için oldukça ilgi çekiciydi.

Perez ailesine ait üzüm bağları Santiago’nun 45 km dışında Maipo Valley’de.

Don Pablo Perez Zanartu, Şili’nin önde gelen iş adamlarından. Bu bölgenin toprağı ve havası çok özel. Şarap binası tamamen ağaçtan yapılmış.

 


Şarap üç senede bağdan markete geliyor. Amerikan ve Fransız fıçılar arasında ciddi fiyat farkı var, Fransız fıçılar iki kat daha pahalı.Önce hobi olarak başlayan şarapçılık sonra ciddi işe dönüşmüş. Senede 1 milyon 200 bin şişe üretim oluyor. Şarap üretme konusunda bilgiler aldıkça bu işin o kadar da kolay olmadığını ve maliyetli bir iş olduğunu anlıyorsunuz. Şarabın bekletildiği fıçılar ve şarap içine koyulan mantarlar şarapta ciddi maliyet ve kalite farkı yaratıyor.

Şarap fıçılarda bir-birbuçuk yıl bekletiliyor. Yılda iki kez yıkanarak ortam nemlendiriliyor. Fransız ve Amerikan fıçılarından elde edilen şaraplar karıştırılıyor. Beş yıla kadar tüketilen şaraplarda mantarı ekolojik nedenlerle kullanmıyorlar. Daha sonra da üretilen şaraplardan tattık.

En son ziyaret ettiğimiz yer olan Funacion Origen (www.fundacionorigen.org) kar gütmeyen ve lokal fakir öğrencileri okutmak ve çalışma hayatına hazırlamak amacı ile güzellik kraliçesi Mary Anne Müller tarafından kurulmuş bir okula ait bir evdi. Yaşları 15 – 18 arasına 400 kadar öğrencisi var. Aynı okulda zenginlerin çocukları da okuyor. Öğrenciler yazları tarlada çalışıyor. Organik ürün satarak dünyadan bağış alıyorlar. Aynı anda okula ait Villa Virginia Hotel’ini işletiyorlar.

Bizim için özel öğle yemeği hazırlanmıştı. Ortamdan, organik ürünlerden yapılmış yemeklerden ve de amaçlarından çok etkilendik.

 


Akşam kaldığımız W Otel’de yemek yiyerek 9 günlük tatilimizi tamamlamış olduk.

Umarım yazım ile kısa bir gezinti yapmış hissini yaşamışsınız.Bana bu seyahati tavsiye edermisiniz sorusuna cevabım “kesinlikle“ olurdu. Güney Amerika, insanı, doğası, enerjisi, müziği, danslarıyla çok özel bir yer. Bazı yönleri bize benziyor. Ama kendisi ile gurur duyan insanlar. İspanyol kanı her yere yansıyor.

Yeni seyahatlerimde buluşmak üzere...

 

Sevgilerimle,

 

Taner Özdeş

Comments powered by CComment

Bize Ulaşın

Halim Meriç İş Merkezi Cemal Sururi Cd. No:25/18 Şişli İstanbul

  • dummy0532 255 97 82

E-Bülten

E-posta adresinizi girin, size daha fazla bilgi gönderelim...

Ara